Selçuklu komutanlarından Hasan Bey’in Haçlılarla yaptığı savaşlarda binlerce Türkün şehid düştüğü dağa Hasan Dağı ismi o günlerden kalmıştır. Bu seferler sırasında Haçlılar Müslüman Hıristiyan demeden önlerine geleni katlederek ilerliyorlardı. Doğal olarak aynı dinden olmalarına karşılık Türklerden adalet, Haçlılardan ise zulümden başka bir şey görmeyen Ermeniler ve Süryaniler Türklere yardım ediyorlardı. Süryani ve Ermenilerin Türk taraftarı olmaları sebebiyle Bizans İmparatoru Alexis İstanbul’da bunların kiliselerini yıktırmış ve papazlarını kovmuştu. Kılıç Arslan, Belek Gazi, Sultan Mesud, Danişmend Gazi, Gümüş Tekin ve Selahaddin Eyyûbi öldüklerinde sadece Müslümanlar değil, bölgedeki Rumundan Ermenisine, Süryaniden Yahudisine kadar tüm ahali yas tutmuş kendi ibadethanelerinde dini ayinler yaparak onlar için dua etmişlerdir. Urfalı Ermeni tarihçi Matyu’nun bu gibi ifadelere eserinde yer vermesi olayın doğruluğunu şüphesiz kılmaktadır. Zaman zaman İstanbul’dan Haçlı zulmünden kaçan Rumlar Türklere sığınmışlardır. Malatya hakimi Gabriel’in dindaşları Ermeni ve Süryanilere yaptıkları haksızlıklar karşısında Hıristiyan halk şehrin kapısını açarak şehri Türklere teslim etmişlerdir. Gabriel ve ailesi, onun zulmüne uğrayan yerli Hıristiyanlar tarafından işkenceyle öldürülmüşlerdir.(20)
Haçlıların Anadolu sendromu Avrupa’ya da sıçramıştı. Haçlılar, Doğu’nun zenginliği ve ihtişamı yanında, Doğu insanının ve kafir diye bildikleri Müslümanların merhameti, nezaketi ve dürüstlükleriyle de karşılaştılar. Bir çoğu ülkelerine geri dönerken, katlettikleri Müslümanların kanlarıyla birlikte, öldürdükleri insanlardan öğrendikleri nezaket kuralları, hayat dersleri, samimiyeti de beraberlerinde götürdüler. Avrupa’da uzun süre, Doğu’daki Müslümanların ihtişamından ve uygarlığından övgüyle bahsedildi. Filistin ve İspanya’daki Müslümanların sürdükleri gerçek hayatı herkesten iyi bilen şövalyeler, Hazreti Muhammed’i “Asil ve saf, tek bir Allah’ın varlığını bildiren kimse” olarak açıkça methederler, Selahaddin Eyyûbi’yi ise “Cesur, nazik, insancıl bir şövalye” olarak tanırlar. Ancak bu övgüleri hazmedemeyen Avrupa’nın bağnaz din adamları, Doğu’dan Batı’ya akan güzellik söylentilerini susturmanın çaresini ararlar. Müslümanları methedenlerin düşüncelerini yaymalarını önlemek için şövalyelerden 60 kişi önce hapsedilir ve mal valıklarına el konulur, sonra da Fransa Kralı Philippe Le Bel’in emriyle Paris’te binlerce insanın gözleri önünde diri diri yakılırlar.(21)
Selahaddin Eyyûbi, o büyük mücahid, Haçlıları öyle sarsmıştı ki, devrin Papası Haçlı Seferleri’ne bütçe oluşturmak için yeni vergi salmıştı. Bu verginin adı resmiyette bile Selahaddin Vergisi idi ve asırlarca fakir Hıristiyan halktan toplandı. Selahaddin öyle adildi ki, onun adaleti Haçlı komutanlarıyla kıyaslanmasını Hıristiyan Fransız Güstav Le Bon “Arap Medeniyeti” isimli eserinde şöyle anlatır:
(İngiliz Arslan Yürekli Rihard’ın ilk yaptığı iş kendisine teslim olan 3000 savaş tutsağını Müslüman ordusunun gözü önünde öldürmek oldu. Oysa eman vermişti. Kanlarını dökmeyecekti. Sözünde durmadı ve bu vahşeti gerçekleştirdi. Buna karşılık kahraman Selahaddin Eyyûbi kazandığı zaferden sonra Kudüs Hıristiyanlarına hiçbir işkencede bulunmadığı gibi aksine şefkatle muamele etmiş ve üstelik hastalara tıbbi yardımda bulunmuş, onlara ilaç ve gıda maddeleri vermiştir.)
Aynı paralelde Yorgo adındaki bir Hıristiyan yazar da şunları söylemektedir:
(Haçlılar Kudüs üstüne yürürken, işe çok çirkin bir örnekle başladılar. Hıristiyan hacıların bir kısmı ellerine geçirdikleri saraylarda kan döküyorlardı. Vahşette o denli ileri gittiler ki, öldürdükleri kişilerin karınlarını yararak bağırsaklarında dinar arıyorlardı. Ya Selahaddin Eyyûbi! Geri aldığı Kudüs’te tüm Haçlılara istedikleri ölçüde eman vermiş ve verdiği sözlerinde sadık kalmıştır. Müslümanlar, Haçlı düşmanlarına şefkat kucaklarını açmışlardır. Öyle ki, adil ve şefkatli Sultan bin kişilik bir esir topluluğunu serbest bırakmıştır. Öte yanda tüm Ermenilere bağışlarda bulunmuştur. Patrik’e haçı ve kilise ziynet eşyasını başka yere götürme izni verdi. Emir ve Kral hanımlarına kocalarını ziyaret etme serbestliği verdi.) (22)
Günümüzde sosyolojinin zirvesindeki isim Fransız Roger Garaudy aynı hususta şunları söylemektedir:
(Şayan-ı dikkattir ki, Haçlı Seferleri’nin en kızgın anlarında bile, Filistin’de, Arap doktorlar, savaştan sonra (Tıpta Haçlılardan üstün olduklarından) Hıristiyan kamplarına giderek yaralı savaşçıları tedavi etmişlerdir. Haçlıları Kudüs’ten uzaklaştıran Selahaddin Eyyûbi’nin şövalye ruhu, efsaneleşmiş ve genellikle çok barbar olan Batı şövalyelerinin davranışları gerek kutsal topraklarda Müslüman rakipleriyle karşı karşıya gelmeleri, gerekse, Sicilya’da Tötanik Tarikatı’na mensup şövalyelerin Arap medeniyetinin büyük hayranı olan 2. Frederic De Hohenstaufen’in sarayını ziyaret etmeleri neticesinde incelik kazanmıştır.) (23)
Ne hikmetse Avrupa kökenli araştırmacılar ne kadar objektif olurlarsa olsunlar yazdıklarında İslam’ı sadece Arap olarak ifade ederler. Objektif bir bilim tarihçisi olan Alman Sigrid Hunke aynı konuda benzeri hatayla şunları yazmaktadır:
(Fatihler yıkıcı olarak gelmemişlerdi! Onlar için uydurulan müteassıplık iftirası(Sınırsız vahşilikler iddiası gibi) , düşmanlarının kendi halklarının gözlerini korkutmak için çıkarttıkları maksatlı masallardır ve galiplerin töleransı ve insanlığı bu yalanları bin kere ortaya koymuştur. Dünya tarihinde düşmanlarına ve başka dinden olanlara bu kadar müsemahalı, bu kadar insanca davranan pek az millet görülmüştür. Arapların(Oysa ki, Haçlılarla savaşan sadece Müslüman Türklerdir) , egemenlikleri altına almış oldukları milletleri o kadar derin bir şekilde ve uzun süreli olarak etkileri altında bırakabilmiş olmalarının başlıca sebeplerinden biri, hiç şüphesiz bu insanca davranışlarıydı. Bu ne Helenizmin ince minesi, ne de Roma yönetiminin vurduğu, yüzde kalan vernik gibiydi.)
(Tanrı, kitabı kutsal Kur’an’da, “İmanda zorlama olmamalıdır” der. Araplar, egemenlikleri altına aldıkları milletleri, Müslüman olmaya zorlamayı akıllarından bile geçirmemişlerdi. Hıristiyanlar, Sabiler(Yıldızlara tapanlar) , Parsiler(Ateşperestler) ve Yahudiler, kimse rahatsız etmeden ibadetlerini yaparlardı. Tapınakları, Manastırları, Psikoposları, Dikhanları ve Hahamları vardı. Görülmüş şey değil bu! Mısır’da Bizans’ın zalim idaresinden, İspanya’da süre gelen zulümlerden ve Yahudilere karşı başlayan eziyetlerden bunu görür de kim derin bir nefes almazdı? Yeni Müslüman efendileri ve devlet adamları onların içişlerine hiç karışmıyorlardı. 9. yüzyılda Kudüs Patriği, Konstantinopolis Patriği’ne şöyle yazmaktaydı “Onlar adiller ve bize karşı hiçbir haksızlık ve zulüm yapmıyorlar.” Araplar(!) , memleketlerindeki başka dinden insanlara bütün dini ve vatandaşlık özgürlüklerini veriyorlardı.) (24)
(20) Selçuklular Zamanında Türkiye (Prof. Dr. Osman Turan)
(21) Vahşi Batı (Dr. Sedat Cereci)
(22) Devletin İlkeleri (Prof. Dr. Seyyid Kutub)
(23) İslam’ın Va’dettikleri (Prof. Dr. Roger Garaudy)
(24) Allah’ın Güneşi Avrupa’nın üzerinde (Dr. Sigrid Hunke)
FİKRET OĞUZTÜRK