Koridorda “Kahrolsun Faşistler”, “F 101 Faşiste mezar olacak” gibi sloganlar atılıyor, koğuş kapısından önlerindeki döşeği kalkan olarak kullanan mahkumlar zorlayarak koğuşa girmeye çalışıyorlar. Bir itiş kakış, bağrışlar, çığlıklar adeta yer yerinden oynuyor.
F 101 mensuplarının tek silahı birer karış uzunluğunda falçatalar. Ne bir tabanca, ne de bir tek bir mermi var. Her halde bizlere silah getiren Amerikan gemileri Pasifik’te fırtınaya yakalanmış. Bir kaç kişi döşeğe var gücüyle falçata sallıyor. Zaten bir karışın üçte biri avuç içinde olan falçataların döşeği delerek öbür tarafa geçmesi mümkün olmuyor. Durum vahim. Eğer yatak kalkanlılar koğuşa girerlerse peşinden mahşeri bir kalabalık girecek. Tamamının mahkum kardeşliği ruhu gaza getirilmiş, mahkum katili Faşistleri imha etmek niyetiyle gelmişler. Böyle bir durumda F 101 mensubu 41 kişiden tek kişinin de olsa sağ çıkması mümkün değildir.
İşte tam bu noktada akıl sır ermeyen bir şey, Kimyacı’nın bir gün önce nerden aklına estiyse hazırladığı bir metreden uzun çelik şişler imdada yetişiyor. İşin garibi adli mahkumlar metal olarak uygun ne bulurlarsa alet yaparlarken F101 mensuplarının böyle bir huyu yoktur. Kimyacının yaptığı aletlerse bir ilktir ve bu ilk 41 kişinin hayatını kurtaracaktır.
Koğuşun en kuvvetli iki kişisi sapları cezaevi imkanlarında sağlamca tutulabilecek şekilde eritilmiş naylonla kaplı iki şişi aldılar ve “Allahu Ekber” diye bağırarak şişleri kalkan olarak kullanılan döşeğe sallamaya başladılar. Şiş birilerine girmiş olacak ki böğürtü sesleriyle döşek yere düştü. Koridorda bir kaçışma sesleri. “Adam vuruldu. Adam vuruldu” bağırtıları, koğuş kapısında kimsecikler yok. Bilemiyoruz şişi yiyen veya yiyenler kimlerdi. Büyük ihtimalle böğürlerine alet dayanmış olan aynı saflarda namaz kıldığımız insanlardı. Ama şurası kesindi ki, bu isyanda adli mahkumlardan ölen olmamıştı.
10-15 dakika bir sessizlik oldu. Koğuşta 41 kişi şokta. Ne olduğunu kimse anlamış değil. Herkes “Neler oluyor” diye birbirine soruyor. Karmaşa esnasında tip itibarıyla pek siyasi kimselerin göze çarpmaması ve genellikle adli mahkumların görülmesi ve bunların arasında aynı saflarda secdeye vardığımız insanların olması beyinleri basbayağı bulandırmıştı. Hatta bazı arkadaşlar, “Vay be şu işe bak. Adamlar camiye bile sızmışlar” dediler.
Derken sessizlik bozuldu. Koridordan ne olduğunu bilmediğimiz bir şeylerin yuvarlanma sesleri gelmeye başladı. Gelen üç tane büyük tombul mutfak tüpüymüş. Peş peşe açık koğuş kapısından içeri yuvarladılar. Tüplerin üçü de açık ve gaz çıkıyordu. Bir tonluk sürgülü kapıyı kapattılar ve akabinde kapı penceresinden bir yanan gazete göründü. Anında sonuna kadar açık tüplerden çıkan gaz aleve dönüştü. Cehennemi bir görüntü oluştu. Kapı girişi ve kapı alevlerden görünmüyordu. Yıllar sonra kimsenin tasvip etmediği Madımak olayının bir benzerini bizlere uygulamak istiyorlardı.
Tüpler patlayacak korkusuyla herkes havalandırmaya koştular. İçerde iki kişi kalmıştı. Kimyacı ve Sivaslı Nuh. Dışarı çıkanlara “Arkadaşlar, korkmayın. Tüplerin üçü de açık patlamaz.” Diye bağırdılar epeyi ama kimse umursamadı. Evet, bir gün önce hazırlanan iki şiş 41 kişinin hayatını kurtarıyordu. Acaba bu bir tesadüf müydü? Yoksa Allah’ın yardımı mı? Şimdi de patlatılarak koğuşu başımıza çökertmek isteyenlerin tüpleri ikinci kez hayatımızı kurtaracaktı…